Ceza Hukuku

Masumiyet Karinesi ve Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

Modern ceza hukukunun ve evrensel hukukun ulaştığı en son noktalardan birisi bireylerin en temel teminatları arasında yer alan Masumiyet Karinesidir.

Bu yazımızda masumiyet karinesi ile Şüpheden sanır yararlanır ilkesi arasındaki bağlantıyı açıklamaya çalışacağız.

Masumiyet Karinesi, bir kimsenin kendisine isnat edilen, işlediği iddia edilen suçu işlediğinin kesin ve inandırıcı deliller ile ispatlanıncaya kadar hakkında bir ceza kararı verilip karar kesinleşinceye kadar masum olduğunun kabul edilmesi demektir.

Yani eğer bir kişi hakkında kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı bulunmuyor ise hangi suç ile suçlanıyor olursa olsun, o kişi henüz masumdur.

Yukarıda da arz ettiğimiz üzere kişiler için gerek hakların kullanımı gerekse adil yargılanma hakkı açısından en temel teminat masumiyet karinesidir. Bu nedenle bütün gelişmiş, modern ülkeler anayasalarında masumiyet karinesini temel teminat olarak kabul ederler.

Bir kimsenin beraat edebilmesi için, atılı suçun cezasından kurtulabilmesi için masum olduğunu kanıtlaması gerekmemektedir.Kişinin üzerine atılı bulunan, kendisine isnat edilen suçun cezasından kurtulabilmesi için suçlu olduğunun ispat edilememesi beraat edebilmesi için gerekli ve yeterlidir.

Her ne kadar Cumhuriyet Savcısı iddianamesinde sanığın sadece aleyhine değil lehine olan delilleri de ileri sürmek ile yükümlü ise de; açılan bir ceza davasının tek gayesi vardır. O da şüphelinin suçlu olduğunu ispat ederek cezalandırılmasını sağlamaktır.

Bu durumda çıkarılacak en mantıki sonuç ise;eğer şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlediği sabit olmaz ise, yani şüphelinin suçlu olduğu ispatlanamaz ise sanık beraat edecektir. Bir başka deyişle Sanığın beraat edebilmesi için masum olduğunu ispatlaması gerekmez. Sadece suçlu olduğu ispatlanamaması gerekmektedir.

Kanun uygulayıcısının, mahkeme başkanı ya da ceza yargıcının yargılamaya başlarken öncelikle atılı suç ne olursa olsun, suçun şüphelisi ya da sanığın söz konusu suçu işlediği varsayımında bulunarak yargılamaya başlamaması, varsayımlardan arınmış ve ön yargısız olarak yargılamaya başlaması gerekmektedir.

Bu gerek hukukumuzun gerekse evrensel hukukun yüklediği en temel yükümlülüklerinden bir tanesidir. Aksi takdirde masumiyet karinesinin ağır ihlali söz konusu olacaktır.

Bu durumda eğer atılı suçun işlenip işlenmediği hususunda tam bir vicdani kanaat oluşmaması halinde; bir tereddüt söz konusu ise bu durum suçun şüphelisi-sanığı lehine yorumlanacaktır.

Biz buna ceza yargılamasında Şüpheden Sanık Yararlanır ilkesi demekteyiz. Gerçekten de bir kişinin kendisine isnat edilen suç açısından cezalandırılabilmesi için atılı suçu işlediği yönünde tam bir vicdani kanaat oluşmalı, mahkumiyetine yeter her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmalıdır.

Aksi takdirde şüpheden sanık yararlanır ilkesi ve masumiyet karinesi uyarınca sanığın beraatine karar verilmelidir. Nitekim

Yargıtay Ceza Genel Kurulu bir ilke kararında bu durumu gayet açık ve tüm uygulayıcılara yol gösterici nitelikte açıklamıştır.

“Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir.Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir.

Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir.

Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir.

Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.

Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır.

Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/6-66 E 2015/52 karar sayılı 17.03.2015 tarihli kararı)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu